Pages

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Sizlere bir kampanya haberi vereyim şimdiden. 


Katılmak için: 
http://simyaser.blogspot.com/2012/07/hediye-cekilisime-katlmak-ister-misiniz.html

Kadınlar ve Bitmeyen Bunalrımları

http://www.haberturk.com/yazarlar/elif-safak/740016-kadinlar-ve-bitmeyen-bunalimlari

 

06 Mayıs 2012 Pazar, 11:43:28
Sabahın bir vakti ama saat tam olarak kaç bilmek istemem. Güneş doğmuş, kurulmuş gökyüzündeki tahtına,nasıl da emin kendinden. Kaçıyorum ışınlarından, almayayım mümkünse. Perdeleri çekmişim; dışarısı fazla aydınlık, fazla buyurgan, “fazla” geliyor işte. Otobüsler işliyor, arabalar vızır vızır, poğaçalar çıkmış fırından, ilk çaylar demlenmiş, dumanları üstünde; şehir uyanmış tatlı uykusundan, bense hiç uyumamışım. İnsanlar kendi yolunda, dünya yörüngesinde berdevam, bir telaş içinde koşturuyor cümle âlem, yetişmek mümkün değil; ayak uydurmayı reddediyor bünyem, bedenim. Alerjim nüksetti bugün. Gündelik hayata alerjim var, pul pul kabarıyor tenim, topluyorum elimle dökülen derileri, azalıyorum gram gram. Kapanmışım kozama, tutuyorum dünyayı ensesinden cımbızla, kilitliyorum kiraz ağacından bir sandığa. Oturmuşum bir köşede, çıkmıyorum dışarı inadına. Hüzünlü bir pelerin atmışım omuzlarıma, hüzünden bir pelerin ki rengi mor, dokusu kadife, altında sallanıyorum usulca. Zamanda yolculuğa çıkıyor, kâh büyüyor kâh küçülüyorum. Bir Doğu oluyorum bir Batı. Bir Kuzey oluyorum bir Güney. Dizlerimde kabuk tutmuş yaralar, çocukken olduğu gibi gene kendimi yoluyorum. Kanıyorum. Eyüp kapıdan kafasını uzatıp bakıyor merakla. “Kahvaltıya gelmiyor musun?” diyor. “Kahvaltı şu anda aklımdaki en son şey.” Gülüyor. “Peki neymiş aklındaki ilk şey?” “Kâinat, yaradılış, var oluş filan...” “Anlaşıldı” diyor, “Bizimki gene bunalımda... Yarasa moduna geçmiş”. Perdeleri açıyor. Sapsarı mutlakiyetçi güneş içeriye akın ediyor. “Nedir derdin?” diye soruyor Eyüp. Yok ki cevabım. Olsa söyleyeceğim elbette. Erkek algısı matematiksel denklemlerle işliyor, formüllere dayalı. Mesela, “sabah sabah yüzü asık ya da anlaşılmaz laflar eden kadın” eşittir “bunun bir derdi var” demek. “Bunun bir derdi var” ise eşittir “en yakın, en akılcı yöntemi bularak sorunu çöz!” demek. Erkek aklı her şeyi somutlaştırıp, kutulaştırıp, elle dokunurlaştırıp, oracıkta çözmek ve yoluna devam etmek istiyor. “Çözecek bir şey yok” diyorum. “O zaman mesele yok demektir” diyor. “Öyle değil işte. Şu anda kendi duygularımı ben de bilmiyorum, keşfetmekle meşgulüm henüz” diyorum.
Turgenyev’i orijinalinden okuyup iki haftada doktora tezi yazmasını istemişim gibi boş bir panikle bakıyor suratıma. “Duygularımı keşfetmeye çalışıyorum” lafı ne kadar da yabancı geliyor erkeklerin kulağına. Halbuki biz hatun taifesi, yaparız bunu, her gün olmasa da zaman zaman, şöyle bir yolculuğa çıkarız kendi içimizde. Depresyon uçurum olur, biz kadınlar çiçek toplarız kenarında, rengârenk demetler yaparız. Depresyon okyanus olur, biz kadınlar deniz kabuğu toplarız kumsallarında, kolye yapıp boynumuza asarız. Depresyon kocaman bir ağaç olur, biz kadınlar afiyetle yemiş yeriz dallarında. Ayaklarımız sallanır boşluğa, ha düştük ha düşeceğiz. Tanımlamam gerekmiyor o uçurumu. Ne de o okyanusu. Ne de o ağacı. Çözmek de gerekmiyor o uçurumu. O okyanusu. O ağacı. “Ağacı çözebilir misin?” diye soruyorum. “Yahu tuhaf tuhaf konuşmayı bırak” diyor. “Hadi gel kahvaltı yap, açlık kafana vurmuş, bir dilim ekmek yersen bir şeyin kalmaz.”
Böyle zamanlarda birbirimizi anlamaktan aciziz. Kadın dili ile erkek dilinin tercümansız anlaşmaya çalıştığı anlar var. Bu da onlardan biri. Sevgili kocalar, sevgililer, erkek arkadaşlar... Biz kadınlar sizin bilmediğiniz, kavrayamadığınız, zaten bizim dahi anlayamadığımız bunalımlara kapılabiliriz bazı bazı. Sebepsiz, durduk yere. Ne güzel yeriz kendimizi, koparırız tırnaklarımızın kenarlarındaki etleri, ayırırız ruhumuzu lime lime, büyüteçle bakarız yara berelerimize. Böyle durumlarda sizlerden meseleyi çözmeniz değil, sadece dinlemenizdir istenen. “Sorun” değil “hal”dir yaşadığımız. Hal çözülmez. Hal ile hemhal olunur. O da olmadı “hal”e empati duyulur. O da olmadı sempati sunulur. O kadarı yeter zaten. Bir muammadır kadın zihni. Matematiksel formüllere gelmez.


Elif Şafak, sen hep başkasın..

Zengin ile fakir

 

Şirazlı Sadi'den mülhem bir nefis muhasebesi: Fakir: Cömertlerin elinde para yok, parası olanlarda cömertlik yok. Fakirin kudret eli bağlanmış, zenginin irade ayağı kırık... Ah şu mürüvvetsiz zenginler!

Zengin: Saçmalıyorsun efendi!.. Zenginler miskinlerin geçimi, münzevilerin ambarı, dilencilerin başvuru makamı, yolcuların sığınağıdır... Mürüvvetleri öyledir ki, evvel elinin altındakiler yemek yer, kendileri sonra sofraya oturur. İkramın fazlasını yetimlere, dul kadınlara, ihtiyarlara, akraba ve komşulara ulaştırırlar. Zekâtı, fitresi, hediyesi, sadakası, kurbanı, adağı ayrı ayrı... Fakirler onun devletine erişebilir mi sanırsın? Boş mideden ne kuvvet, boş elden ne lütuf, bağlı ayaktan ne yolculuk?!.. Perişan eden fakirlikten Allah'a sığınırım!
- Bunu duymuşsun ama efendim Muhammed Mustafa'nın "Fakirlik iftiharımdır!" dediğini duymamışsın sen.
- Sus... Senin o dediğini Hz. Peygamber rıza yolunun yiğitleri, kader meydanının asil süvarileri için söylemiştir. Yoksa miskin miskin oturup fakirlikle iftihar edilmez. Kul Rabb'inden isterken bile zengin olmalı; kulübe yerine kâşâne, Haliç yerine Boğaziçi istemeli.
- Eline geçmeyecek olduktan sonra...
- Sebeplere yapışmaz ve helalinden çalışmazsa elbette eline geçmez. Ama istediğine oranla çok çalışırsan Allah elbette verir. Hem bilmez misin ki marifetsiz fakir huzura eremez. Huzuru olmayanın küfre varma tehlikesi vardır. Oysa çalışır, sebeplere yapışır, tevekkül eder ve işini doğru yaparsa Allah fakirin gayretini bereketlendirir, kerem hazinesinden nimetler sunar.
- A zavallı aldanmış!.. Öyle abarttın ki seni duyan da zenginleri dertlerin panzehiri, rızık hazinesinin anahtarı sanacak. Oysa zengin dediklerin, mala ve nimete dalmış, itibar ve servete kapılmış, özel mahallelerde oturup halktan kaçan, lüks AVM'den başka yerde kendilerini anlamlandıramayan, kibirli, kendini beğenmiş, bencil ödleklerden gayrı nedir ki? Kazara bir yoksul ile yoldaşlık etseler, birlikte bulunsalar sadece küçümseyerek konuşur, tiksinerek bakarlar. Kibirleri vardır ama ilimleri, kültürleri, sanatları, gülümsemeleri yoktur. Çok paraya sahiptir ama bir medeniyete sahip değildir. Sahip oldukları mal ve taşıdıklarını zannettikleri itibar(!) yüzünden kendilerini dev aynasında görürler, çalışanlarına hor bakar, işçilerini azarlar, kapılarına gelenden tiksinirler. Hırsta cömert, vermede cimri... İbadetçe başkalarından geride olup da malca ileride olanlar sureta zengindir, ama hakikatte fakirin ta kendisidir. Bilgeye karşı mal ile övünen amber de olsa toprak hükmündedir.
- Çok ileri gittin! Zengin dediğin kerem sahibidir.
- Güleyim bari, hepsi paranın kölesidir. Mart bulutu gibi, gürler ama yağmazlar. Güneş olduklarını iddia ederler ama kimsenin yüzüne veya hanesine doğmazlar; ışıklarını göstermezler. Kudret onlara at vermiştir ama binmezler. Zavallılar, meşakkatle mal biriktirip cimrilikle saklarlar ve sonunda hasretle bırakıp giderler. Zengin hayatlarını fakirlerden gizlemek için de kendilerine siteler kurup güvenlik memurları tutarlar. Ta ki kendi ayarlarında olmayan biri gelirse içeri almasınlar, kapıya birisi gelirse ellerini göğsüne dayayıp "İçerde kimse yok!" desinler. Yalan değildir hani!
- Peki beklentisi olanlardan bıktıkları ve dilenci fakirlerden gına geldiği için böyle yapıyor olamazlar mı? Hani denizde kum, çevrede fakir... Her kılıkta, her rütbede, her kademede üstelik... Hatem-i Taî çölde değil de şehirde yaşasaydı herhalde adı cömertlik defterinin başına yazılamazdı.
- Sen cimrilikle cömertlik, fakirlikle zenginlik arasında tamah sahibi birisin anlaşılan.
- Tamahı ben yalnızca zenginlerde görürüm ki zenginlikleri arttıkça haramı helali düşünmez olurlar. Fakiri ise haramdan, helalden Allah muhafaza eder. Fakir cefaya katlanır, sabreder, haline şükreder... Bunlar hep Allah'ın hoşuna giden şeylerdir...
- Anlaşıldı, biraz daha ileri gidersen alan eli veren elden üstün sayacaksın. Oysa çeşit çeşit suç işleyen, haksız işler yapan ve duvar delenler de fakirlerden değil midir? Yoksulun zindana düşmesi zenginden çoktur.
- Tabii ya; zengin hiç duvar delmez, güç gösterip duvarı ortadan kaldırır. Nefsinin arzularına cevap verirken imkânları kullanır ama fakir bununla sınanır. Sen bilemezsin, fakirlik insana sınav olmak üzere neler yaptırır neler. Umulur ki fakir bu sınavı kazansın!.. Senin gibi zenginlerin sınavı ise zindan ile değil, kibir ile... Saklamak ile değil, vermek ile... Nice iffetliler fakirlik sebebiyle fesadın ortasına düşerler ama nice iffetsizler de zenginlik sebebiyle bizzat fesat çıkarırlar. İşte bu yüzden ben şu zenginlerin haline acıyorum.
- Sen onların haline imreniyor olmayasın?
- Asla!.. Ben fakirim. Kabul... Ama bence fakirlerin en iyisi zengini ve zenginliği önemsemeyen; zenginin en büyüğü de zenginliğini arttırmak için meşru yolda ilerlerken fakir gibi yaşayandır.
- Bence de zenginin en büyüğü, fakirin derdini çeken; fakirin en iyisi de fakirlik yüzünden harama yaklaşmayandır.
i.pala@zaman.com.tr 

24 Temmuz 2012, Salı